14 Ekim 2024 Pazartesi

OVP ve işçi hareketi 

İşçi sınıfı ve ezilenlerin yoksulluk girdabında boğuştuğu bugünkü koşullarda, ücret ve insanca yaşam koşullarını kazanma mücadelesi tüm yakıcılığıyla kendini dayatmışken bu durumu teğet geçip vergide adalet gibi yan yollara sapmak faşist saray rejimi ve sermaye ile uzlaşma pratiğidir. Elleri şaltere uzanma cesareti olmayan, genel grev şiarını boş bir tüfek gibi sendika duvarlarına asan sendikal bürokrasi işçileri böylesi müsamerelerle oyalamaya devam edecektir.

24 Ocak 1980 kararları, 4 Nisan 1994 ekonomik kararları, 2001 Kemal Derviş programı gibi Şimşek'in OVP'si de işbirlikçi Türk sermaye sınıfının ve faşist rejimin temel politik ekonomi programıdır. Faşist saray rejiminin sermaye oligarşisi adına kapsamlı bir biçimde uyguladığı OVP salt işçi sınıfını değil, daha geniş toplumsal sınıf ve kategorileri çok yönlü bir yıkıma uğratıyor. OVP en geniş toplumsal kesimlerin canını yakıyor. Son dönemde yaygınlaşan çiftçi eylemleri bu gerçeğin diğer bir yüzünü somutluyor.

OVP ekonomik ve politik bir saldırı konsepti olarak işçi sınıfı ve emekçileri her gün daha beter yaşam koşullarına itiyor. Faşist saray rejimi OVP saldırısını değişik boyutlarıyla derinleştiriyor. İşçi sınıfına dönük temel saldırı olarak öne çıkan işçi ücretlerinin radikal biçimde düşürülüp enflasyona ezdirilmesi yanında, esnek çalışma rejiminin yeniden regüle edilmesi de sırada bekliyor. Art arda dizili saldırı dalgasının temel boyutlarından olan yeni nesil esnek çalışma rejimi, kurulu süper sömürü-süper kar çarkı olarak işleyen mekanizmanın kayışlarını yağlıyor. Yeni nesil esnek çalışma rejimiyle sermaye tekellerinin karlarını katlayarak uluslararası rekabet gücü kazanması hedefleniyor. İşçi sınıfı için daha güvencesiz iş koşullarının yolları döşeniyor. Süper sömürü süper kar mekaniği olarak işleyen sermaye birikim süreci dolaysız biçimde işçi sınıfının geçim koşullarını ve hayat standardını berhava ediyor. Çünkü bu sermaye birikim modeli toplumsal gelir bölüşümünü şok edici biçimde sermaye lehine pervasızca ve keyfice değiştiriyor.

OVP, iktisadi hedefleri bakımından sermaye oligarşisine süper sömürü karları sağlamayı amaçlıyor. Bu doğrultuda öncelikle işçi sınıfının tek geçim ve gelir kaynağı olan ücretlere saldırıyor. İşçi sınıfının ücretlerine çökerek sermayeye transfer eden bu bölüşüm modeli yoksulluk krizi yaratıyor. Yoksulluğu tüm emek sınıflarına yayıp derinleştiriyor. Bu anlamda OVP tam bir yoksullaştırma programı olarak nitelik kazanıyor.

Son bir yıllık dönemde maaş ve ücretler aşırı bir biçimde erozyona uğratıldı. On milyonlarca işçinin talim ettiği asgari ücret, ortalama işçi ücreti haline geldi. Emekli maaşları nominal olarak bile neredeyse sabit tutuldu. Faşist şefin "maaşları enflasyona ezdirmeyeceğim "demagojisi tarihin bayağı yalanlarından biri olarak kayıtlara geçti.

Saray rejimi seçimler döneminde değişik toplumsal kesimlere pek çok politik bir rüşvet ve ödün verdi. Seçimler uğrağı geçildikten sonra politik islamcı faşist şef kaşıkla verdiğini kepçeyle almaya başladı. Sermaye oligarşisinin faşist kılıcı olarak işçi sınıfı ve emekçilerden intikamını aldı. Örneğin EYT ve emekliler konusunda verdiği ödünün intikamını OVP saldırısıyla ve misliyle geri aldı. Aynı dönemde çiftçilere verilen küçük ödünler de acımasız bir talanla geri alındı. Asgari ücrete yılda iki kez zam yapıldı. Köprü geçilince işçilere yılda bir kez ve enflasyon oranında asgari ücret uygulaması dayatıldı. Tüm emekçi sınıflar kazandıklarını bir bir yitirdi. Politik ve iktisadi bir terör saldırısı olarak uygulanan OVP'nin aldıklarıyla durmayacağı; sömürü, talan ve faşist zulmü daha da boyutlandıracağı açıktır.

Ücretleri enflasyona ezdirilen ve süper sömürü yoluyla sermayenin kasalarına akıtılan işçiler, her yerde dayanılmaz hale gelen yeni yaşam koşullarına tepki duyuyor, öfke ve memnuniyetsizlik biriktiriyor. Hak talep ederek harekete geçiyor. OVP'yle yıkıma uğrayan diğer bir kesim ise çiftçiler oluyor. Her iki sınıf da OVP'nin yıkıcı saldırılarına karşı seslerini ve eylemlerini yükseltiyor. Çiftçi eylemleri de yaygınlık kazanıyor. On milyonlar kendilerine OVP'yle dayatılan yeni azgın sömürü, talan, işşizleştirme, mülksüzleştirme ve yoksullaşma gerçeğini yaşıyor. Aynı durumdan kalkarak mücadeleye tutuşuyor. 

Ücretlerin yükseltilmesi ve kaybedilen yaşam standardının yeniden yakalanması talepli mücadele bugünkü işçi eylemlerinin ve yürüyen hareketinin ana ekseni olarak karşımıza çıkıyor. Bu eksende lokal işçi grev ve direnişleri giderek yaygınlaşıyor. Bu mücadele konusu işçi sınıfının sendikalarda örgütlü kesimleri ile örgütsüz kesimlerini aynı talep ve mücadele kulvarında buluşturuyor. Ne yazık ki işçi sınıfı hareketi OVP karşısında sermaye ve faşizme karşı birleşik bir mücadele düzeni geliştiremiyor. Bunun pek çok yapısal, güncel ve tarihsel nedenleri bulunuyor. İşçi sınıfının sendikal gövdelerini kontrol eden konfederasyonların sınıf işbirlikçisi ve uzlaşmacı çizgisi sınıf hareketinin gelişimini belirliyor ve halihazırda OVP'ye karşı birleşik işçi hareketinin oluşmasını ketliyor.

Türk-İş Konfederasyonunun Tekirdağ'da yaptığı "zordayız" mitingi sendikalar da örgütlü işçi sınıfı saflarında ücretlerin OVP saldırısıyla düşürülmesine karşı oluşan öfke ve memnuniyetsizliği yatıştırmayı amaçlıyor. Türk-İş Başkanı Ergün Atalay bu yolla işçilerin sermayeye karşı oluşan mücadele isteğini bir miting yoluyla oyuna dönüştürüyor. Durumdan şikayet kurgusuyla sahnelenen sahte bir sınıf savaşımı gösterisinden başka bir şey değil bu. Kıdemli sınıf işbirlikçi sarı sendikacılığın bu orta oyunundaki başrol oyuncusu Ergün Atalay "zordayız ağam, halımızı bir gör, ihsan eyle" kıvamında sahte bir sınıf savaşımı müsameresi tertipliyor. Zordayız adlı orta oyunuyla işçileri sermaye ve saray rejiminin OVP saldırısına razı etme uğursuz rolünü oynuyor. Türk-İş'in bu uğursuz rolünü yeni yıla kadar bu tip orta oyunlarıyla sürdüreceğini biliyoruz. Milyonlarca işçiyi beklentiyle oyalayacak ve yeni yılda enflasyon altında yapılacak ücret zammıyla geçici bir rahatlama durumuyla ilk etaptaki görevini yerine getirmiş olacaktır.

Peki, DİSK'in Türk-iş'in "zordayız" sızlanması ve yalvarışından farklı bir tavrı var mı? Bıçak işçilerin kemiğini delip geçiyor, on milyonlarca asgari ücretli işçi yoksulluğun pençesinde kıvranıyor. Ağırlaşan sefalet koşullarında milyonlarca işçi açlık sınırı altında yaşarken DİSK Türk-İş'ten farklı ne yapıyor? Biri sızlanıp yalvaran edayla OVP saldırısını kabul edilebilir hale getiriyor. Diğeri işçilerin enflasyon altında ezilen ücret kayıplarına karşı mücadeleyi eksen ve tutulacak halka olarak tutması gerekirken OVP'nin vergi düzenlemelerini merkez alıyor. Gerçek bir işçi mücadelesinden yan çiziyor. DİSK'in "vergide adalet" mottolu kampanyası bu bağlamda başka bir orta oyunudur. Her ikisi de sahte bir sınıf savaşımı kurgusu ve berbat bir ekonomizmle işçi hareketini çürütme politikası yürütüyor.

İşçi sınıfı ve ezilenlerin yoksulluk girdabında boğuştuğu bugünkü koşullarda, ücret ve insanca yaşam koşullarını kazanma mücadelesi tüm yakıcılığıyla kendini dayatmışken bu durumu teğet geçip vergide adalet gibi yan yollara sapmak faşist saray rejimi ve sermaye ile uzlaşma pratiğidir. Elleri şaltere uzanma cesareti olmayan, genel grev şiarını boş bir tüfek gibi sendika duvarlarına asan sendikal bürokrasi işçileri böylesi müsamerelerle oyalamaya devam edecektir.

OVP dosdoğru politik bir saldırıdır. Saray faşizminin bu saldırısına cevap da politik düzlemde verilebilir. Emekçi sol hareketin pek çok politik öznesi, işçi sınıfının dönemsel genel talebi olarak öne çıkan ücretlerin artırılması ve insanca yaşam koşullarına uygun bir asgari ücretin sağlanması konusunu temel bir politika haline getirmiş bulunuyor. Temmuzda ücret zammı talepli eylemler ücret temelli mücadelede anlamlı bir tablo üretemedi. Emekçi sol hareketimiz işçi sendikaları içindeki örgütlülükleri ve dışında politik baskı uygulayacak kuvvetleriyle bu süreci birleşik bir işçi hareketi ve mücadelesine doğru zorlayabilirdi. Ne yazık ki şu andaki tablo bunun uzağındadır.

Emekçi sol hareketimizin, bırakalım Türk-İş'i işçi sınıfının yakıcı talebi doğrultusunda eylemli biçimde kuşatıp baskılamasını, sol bir sendika konfederasyonu olarak DİSK'i bile daha ileri bir konuma itme durumunda ve yöneliminde değildir. DİSK bu nedenle CHP'nin burjuva muhalefet kulvarında yürüyor. DİSK bu nedenle CHP'nin burjuva muhalefet kulvarında yürüyor. OVP'yle açık ve cepheden bir mücadeleden kaçınıp tali yollara sapan DİSK, CHP belediyelerindeki işçi kıyımına karşı gelişen işçi direnişleri ve patlayan diğer direnişlerden uzak duruyor. DİSK CHP'yi, CHP'nin OVP'nin geleceğini saray faşizmini ve sermayeyi kolluyor.

Çoban ateşleri misali başlayan ve giderek yaygınlaşan işçi eylemleri ise, işçi hareketinin yeni kurulan bağımsız sendikalar ve yeni öncü işçiler tarafından örgütlenip geliştiriliyor. Bu direnişler ücret talepli mücadele ile sendikal örgütlenme, politik özgürlük talepleri üzerinde varlık hakkını buluyor. Mevcut tabloda büyük işçi konfederasyonlarının sermaye ve saray faşizmine uzlaşma içinde bir çizgide yürüdüklerini; işçi sınıfının genel ortak taleplerini ise emekçi solun ilerici-devrimci bölüklerinin mücadelesiyle ortaya çıkarıldığını görüyoruz.

Bugün yürüyen işçi hareketinin direniş ve eylem damarlarına bağlanıp yaslanarak yürümek durumundayız. Ücret talepli mücadeleleri dar sınıfçılığa ve ekonomizme hapsetmeden, işyerlerinde, havzalarda sermayenin OVP saldırısına doğrudan politik mücadele olarak ele almalıyız. Patronlara karşı tekil ücret mücadeleleri eğilimi yayılacaktır. Bu çoban ateşi direnişlerini başta asgari ücret olmak üzere tüm ücretlerde artış talebinde buluşturmalı, sendikal bürokrasi bentlerini işçi gücü ve iradesiyle yıkarak kendi önünü açmayı hedeflemeliyiz. Yüzbinlerin ve milyonların da mücadeleye çekilebileceği bir birleşik hareketi, bir yoksullar hareketi ve isyanı imkanını da kollayan bir mücadele görüş açısıyla hareket etmeli ve mücadeleyi büyütmeliyiz.

*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 30 Ağustos tarihli 182. sayı başyazısı.