14 Ekim 2024 Pazartesi

Arzu Demir yazdı | Müslüm Yücel ve toptancılığı, TKP ve Kürt düşmanlığı

Toptancı yaklaşımın en son örneğini; Müslüm Yücel, Yeni Yaşam Gazetesi'nde 24 Ağustos günü yayınlanan "Türk entelektüelleri" başlıklı yazısında gösterdi. Kürt aydınları, yazarları arasında son yıllarda bir eğilim olarak öne çıkan "toptancılığın" sembolü oldu bu yazı. Yazar, Nazım Hikmet'in siyasi tutumunun bugünkü karşılığının MHP-CHP çizgisi olduğundan "yaltakçılığı"na kadar bir dizi iddiayı boca ediyor.

Bir edebiyat metnini eleştirirken ya da muhalefet yaparken toptancı bir yaklaşım, detayları dikkate almadan kolayca yaftalamak moda oldu. Bilgi yüzeyselleştikçe, fikrin yerini "kanılar" aldıkça, kaçınılmaz sonun toptancılık olması olağan elbette.

Bu toptancılığın nasıl bir kamplaşma yarattığı Filistin direniş örgütlerinin, 7 Ekim'de İsrail siyonizmine karşı Gazze'den başlattığı direniş sırasında görüldü. Filistin halkının direnişinin yanında saf tutan devrimciler, sosyalistler, Filistin dostları, bir anda "Hamas aşığı" ilan edildi. İsrail'in Gazze'de soykırım yaptığını söylemek de Hamas yandaşlığıyla eşdeğer tutuldu. Oysa tablo açıktı; İsrail Filistin halkına karşı soykırım suçunu işliyor. Toptancılığın güncel politikadaki karşılığı, soykırıma uğrayan Filistin halkının yanında duramamak, onun acısına ortak olamamak oldu. "Ortadoğu'da iki temel direniş dinamiği var; Kürt halkı ve Filistin halkı" diye analizler yapıp da Filistin halkını yalnız bırakmanın sonuçları gelecekte daha net açığa çıkacak. Çünkü, iki halkın kaderi, birbirine bağlı.

Bu toptancı yaklaşımın temel sloganı da "Bu solcular Filistin'e ağlarken, yanı başlarındaki Kürtlere ağlamazlar" şeklinde bir bayağılık içeren cümleydi. Bir yanı ile doğru ancak eksik. Çünkü, "solcuların bir kısmı", çok uzun bir süredir, Zap'tan Minbiç'e kadar birçok cephede, Türk devletinin işgal saldırılarına karşı Kürt gerillasıyla birlikte savaşırken can veriyor. İsimlerini saymaya gerek yok. Sosyalist, devrimci sayısız genç -aralarında Türk ulusundan olanlar da var- kader birliği yaptığı Kürt halkının özgürlüğü için genç ömrünü verdi.

Toptancı yaklaşımın en son örneğini; Müslüm Yücel, Yeni Yaşam Gazetesi'nde 24 Ağustos günü yayınlanan "Türk entelektüelleri"1 başlıklı yazısında gösterdi. Kürt aydınları, yazarları arasında son yıllarda bir eğilim olarak öne çıkan "toptancılığın" sembolü oldu bu yazı. Yazar, Nazım Hikmet'in siyasi tutumunun bugünkü karşılığının MHP-CHP çizgisi olduğundan "yaltakçılığı"na kadar bir dizi iddiayı boca ediyor. İddiasını güçlendirmek için de bağlamından kopartılmış cümleleri kanıt olarak sunuyor.

Elbette, Türkiye'de bir "devlet aydını" var; devlet sanatçısı gibi. Her durumda, devletin bekasını düşünen bir "aydın"dır bu. Türk burjuva devletinin, kendi varlığını, diğer ulusal kimlik, din ve mezheplerin yok edilişi üzerinden inşa ettiği gerçeği ile birlikte, "devlet aydınları"nın misyonu, Goebbels'inkinden farklı olmuyor. Bu haliyle, Türk burjuva devletinin işlediği suçların da bir parçası oluyor elbette. Sadece susarak da değil, propagandasını yaparak da suç ortaklığı yapıyor.

"Aydın" sınıflar üstü, ideoloji ve politika dışı bir kavram değil. Aydınlara, topluma yol gösterme, ön acıcı olma misyonu yüklenir. Ancak bu gerçek, her sınıfın ya da ulusal kimliğin aydınları olduğu gerçeğini değiştirmez. Sınıf intiharı yapıp, işçi sınıfının aydını olmak da mümkün. Nazım Hikmet bu aydınlardandır. Ezen ulus kimliğinden kurtularak, ezilen ulusun mücadelesinin "aydın" olarak bir parçası olan sayısız isim de var. İsmail Beşikçi örneğin. Bir Türk aydın olarak bilimsel araştırmaları ile Kürdistan ve Kürt gerçeği açığa çıkartmış, bunun bedelini ödemiş ve Türk halkının yüz akı olmuştur. Müslüm Yücel'in toptancı yaklaşımıyla İsmail Beşikçi'yi nereye koyacağız? Ya da barış akademisyenleri? İçlerindeki Türk ulusundan aydınların, akademisyenlerin varlığı hiç de azımsanacak değildi. Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı örneğin. Bu topraklarda çok sayıda Türk aydını, sömürgecilik karşısındaki saflaşmada Kürt halkının yanında yer aldı. Ne diyeceğiniz bu aydınlara? "Yok, hayır siz aslında Kürt'sünüz mü?"

Yeniden Nazım Hikmet'in CHP-MHP'ciliğine gelirsek. Nazım Hikmet, antiemperyalisttir, komünisttir ve enternasyonalisttir. Ömrünün 13 yılını hapiste, hapisten sonra geri kalanını sürgünde, komünist olduğu için geçirir, Müslüm Yücel'in iddia ettiği gibi "yaltakçı" olduğu için değil. Emperyalist devletlerin Anadolu'yu işgaline karşı Mustafa Kemal'in önderliğinde verilen Türk ulusal mücadelesini destekleyen Nazım Hikmet ile Mustafa Suphi ve yoldaşlarının ölümünden Mustafa Kemal'i sorumlu tutan aynı Nazım Hikmet'tir.  İlerici olanın yanında şiiriyle yer alır, gerici ve antikomünist olanın karşısında da şiiriyle safını tutar. Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesi Dış Bürosu 1962 Konferansı'nda Kürt sorununda aldığı tutum TKP çizgisinden daha ileridir: "Fransız Komünist Partisi'nin Cezayir'e karşı düştüğü duruma düşmeyelim. Mesela dil meselesi."2

Kürdistan Teali Cemiyeti'nin kurucularından Kamuran Ali Bedirxan'a yolladığı mektupta şunları yazar: "Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan sonra, Türk idarecileri ve egemen çevreleri, Kürt halkına tanımayı vaat ettikleri millet ve insan haklarını tanımadı. İşi, Kürt milletinin millet olarak varlığını bile inkara kadar götürdü. Bu devir Türk idarecilerinin ve egemen sınıflarının emperyalizmle uzlaşması dönemidir. Bu inkarla bu uzlaşmanın aynı devirde baş göstermesi rastlantı değildir."3

Müslüm Yücel, Ermeni Soykırımı karşısında da Nazım Hikmet'i eleştirir. Oysa eleştirisine gerekçe olarak gösterdiği "Memleketimden İnsan Manzaraları" şiirinde Nazım Hikmet, 1909 yılında Adana'da Ermeni halkına karşı gerçekleştirilen katliamı şu dizelerle anlatır:
 "Bu fırsattan istifade, Ermeni evlerine hücum
hükümetin miskinliği
İslâmlar Ermenilere, Ermeniler İslâmlara…
evler ateşe verilir
şehri yağma eden mürteciler.
Adana kıtali köylere
Tarsus sokakları cesetle doludur"

Aynı şiirinde, 1915 Ermeni Soykırımı'na karşı tepkisi de şu sözlerde yer alır:
"İsmail'i, seferberlikle, yaşı on altı olduğu halde,
tutup askere gönderdiler. Domuzuna yiğitti. Yozgat taraflarına jandarma gitti. Ve Ermeniler kesilirken
kana battı göbeğine kadar.
Kaçtı, eşkıyalık etti. Seferberlik bitti,
döndü köye; kemeri; küpe, bilezik ve gümüş mecidiye dolu."

Nazım Hikmet'in 1950'de yazdığı "Hapisten Çıktıktan Sonra" şiirinin "Akşam Gezintisi" bölümü, Ermeni Soykırımı'nı anlattığı için sansürlenmişti:
"Mürettip Refik'le Sütçü Yorgi'nin
Ortanca kızı çıkmışlar akşam piyasasına
Parmakları birbirine dolanmış
Bakkal Karabet'in ışıkları yanmış
Affetmedi bu Ermeni vatandaş
Kürt dağlarında babasının kesilmesini
Fakat seviyor seni çünkü sen de
Affetmedin
Bu karayı sürenleri Türk halkının alnına"

Kobanê kumpas davasından rehin tutulan Alp Altınörs, yıllar önce kaleme aldığı Nazım'ın Sansürlü Sayfaları başlıklı yazısında Nazım Hikmet'in maruz kaldığı sansürü detaylıca anlatmış ve sansürlenen yerlerin asıllarını da belgeleriyle paylaşmıştı. Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim romanını İngilizce baskısı, Rusça özgün baskısı ve bu baskının tercümesiyle Bulgaristan'da yapılan Türkçe basımını karşılaştırmalı olarak inceleyerek, uygulanan sansüre ilişkin şu bilgileri vermişti: "İlki; Bolşevizm, Ekim Devrimi ve uluslararası komünizmle ilgili ifadelerin çıkartılması veya değiştirilmesidir. İkincisi ise; Türk egemen sınıflarının İstiklal Mahkemeleri, Suphilerin katli, Ermeni Soykırımı gibi tarihsel suçlarına dair anlatımlara, keza roman kahramanlarının işkencecilere, katliamcılara karşı sınıf öfkesi ifade eden sözlerine uygulanan sansürdür." Türkiye'de bu sansürü yapan da Nazım Hikmet'in kitaplarını basma hakkını elinde bulunduran Yapı Kredi Yayınları tekeliydi.

Özetle, Nazım Hikmet, Müslüm Yücel'in toptancılıkla giydirmeye çalıştığı gömleğe sığdırılamaz.

Müslüm Yücel'in yazısına verilen yanıtlarda da bir başka toptancılık örneği görüldü. Kemal Okuyan'ın partisi TKP'nin yayın organı Sol'da Nevzat Evrim Önal imzasıyla yayınlanan "Türk liberalizminin sefaleti" başlıklı yazı da bu kategoride örnek.  Müslüm Yücel'in yazısı üzerinden bu kez Kürt halkının yanında duran aydınlar hedef alındı. Kürt hareketinin milliyetçi kesiminden bir isim Türk aydınlarını Kürt halkının yanında durmadığı için idam etti. Bunun karşısında ise antiemperyalist olma iddiasıyla Türk milliyetçisi çizgisinde duran bir başka isim de Kürt hareketi ile temas eden aydınları idam etti. Buluştukları nokta hayli ilginç. Nevzat Evrim Önal'ın yazısı, tam bir Türkiye Cumhuriyeti devleti güzellemesi. Öyle ki, yazar "1923 devrimi" diye tanımladığı Türk devletinin kuruluşunu selamlamayı aydın sorumluluğu olarak tanımlandı: "Bu bağlamda, Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihinde yaşanmış ve yaşanmakta olan gaddarlıklara karşı durmak, bunları eleştirmek, ülkenin ve halkın bunlardan kurtulması için mücadele etmek nasıl bir aydın sorumluluğuysa; bu cumhuriyetin kuruluşunu 1923'deki alternatiflerden çok daha büyük bir tarihsel ilerleme olarak sahiplenmek de, bu ikisinin arasındaki çelişkiden kahrolmak ve bu çelişkiyi aşmak için mücadele etmek de bir başka aydın sorumluluğudur." Yazarın "gaddarlık" sözüyle geçiştirdiği, Türk ulus devletinin kuruluşunda, başta Kürtler ve Ermeniler olmak üzere, Türk ve Müslüman olmayan tüm halkların yok edilmesinin amaçlandığı saldırganlıktır. Halklara karşı işlenen bu suçların tüm siyasi ve fiili sorumlusu da Kemalist iktidardır. Eğer bir aydın sorumluluğundan bahsedilecekse, öncelikle, Türk ulus devletinin, diğer ulusal kimliklerin inkârı üzerine kurulduğu gerçeğini teslim etmek gerekmektedir. Bu durumda, 1923 devrimi övünülecek bir şey kesinlikle olamaz.

PKK'nin doğuş koşullarından Kürt hareketinin ittifaklarına kadar Nevzat Evrim Önal'ın yazdıklarına verilecek çokça yanıt var ancak yazının kapsamı gereği "aydın sorumluluğu" çerçevesinde kalmak yerinde olacaktır.

Bugün bakımından aydın sorumluluğu, TKP'nin gazetesinde iddia edildiği gibi "1923 devrimi karşısında saygı duruşunda bulunmak"tan geçmiyor. AKP'nin toplumu siyasal İslam temelinde yeniden kuran politikalarına karşı tutum alırken, Kürt halkına karşı uyguladığı sömürgeci politikaların da karşısında durmayı gerektiriyor. Anti emperyalist olurken, faşist şeflik rejiminin, emperyalist devletlerin desteğiyle uyguladığı İmralı tecridine de "hayır" demeyi şart koşuyor. NATO'nun ikinci büyük ordusunun işgal saldırılarına karşı direnen gerillanın yanında tutum almayı da gerektiriyor. Kürt gazeteci Gülistan Tara'nın hedef alındığı son suikast saldırısı örneğinde olduğu gibi, Kürt devrimcileri hedefleyen saldırılara karşı tutum almak da aydın sorumluluğu kapsamındadır.

1] Yazının dilinin de çok eril olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Müslüm Yücel, kimi alıntılarla Türk aydınını eleştiriyor ancak kendi kullandığı "çalışkan bir adam", "küçük kızların ırzlarına geçilir", "Kayseri'de bir kıza tecavüz edildiği" gibi cümleler eril diline tipik örnek. Yeri gelmişken, yazara bu konuda da küçük bir hatırlatma yapalım; "ırz" kelimesi, "namus" anlamına gelir. "Irza geçmek" ise "namusunu kirletmek" demektir. Kadın özgürlük mücadelesi, çok uzun süre önce bu konuda bir dil oluşturdu. Yani "ırza geçmek" değil, "tecavüz etmek" demek gerekiyor.
2] TKP MK Dış Bürosu 1962 Konferansı, TÜSTAV Yayınları. Aktaran; Teoride Doğrultu dergisi, Sayı 31, Haziran-Temmuz 2008
3] Şefik Hüsnü, Yaşamı, Yazıları, Yoldaşları, sf. 318.  Aktaran; Teoride Doğrultu dergisi, Sayı 31, Haziran-Temmuz 2008